Urumçi'ye vardığımda yüzüme İslami rüzgar estiğini hissetmedim. Diğer şehirler gibi Urumçi'nin sokakları da her iki tarafta binalarla kaplı ama yaşadığım otelden hala diğer şehirlerin göremediği İslam mimarisini görebiliyorum. Urumçi'ye geldiğim ilk gün, Uygurca çarşı anlamına gelen ünlü Kapalıçarşı'ya gittim. Genel bina tipik bir İslami üslupta. Aslen Uygurların mal alıp sattığı bir yerdi, ama şimdi birçok dükkan Han halkının işi sadece Uygur ürünleriyle sınırlı değil, bir şeyler satan birçok insan, tüccar ve bir şeyler alan turist var.
Ertesi gün Kanas'a bir yolculuğa çıktık. Urumçi'den ayrıldıktan kısa bir süre sonra Gilbantonggut Çölü'ne girdik. Araba çölde seyahat ediyordu, sahne çok az değişti ve yolda çok az araç vardı, bu da insanları uyuttu.
Uzaklarda beliren ateşli kırmızı, değişmeyen sarıya son vermekle kalmadı, aynı zamanda insanları da canlandırdı. Yanan dağ, yıldırım düşmesi sonrası yüzeyde açığa çıkan kömürün yanmasıyla oluşur ve uzun süre birikir.
Arabayla yaklaşık 9 saat sonra karanlıkta Burqin'e vardım Burqin aslında bir Çin-Rus sınır ticaret şehriydi, ancak ünlü Kanas nedeniyle turistik bir şehre dönüştü. Burkin'e geldikten sonraki ikinci gün güneşin doğuşunu izlemek için Burqin Nehri'ne koştum, sabah 7: 30'da güneş ilk altın ışığı gösterdi ve kısa süre sonra Burkin Nehri altın rengine boyandı. Sabah rüzgarında Burqin Nehri kıyısındaki kavak ağaçları altın yapraklarla sallandı
Burqin'den çıkıp Hemu'ya doğru yola çıkan Agonggeti otlakları ilk önce gözümüze geldi ve uzaktaki Burqin Dağları. Agungheti, Moğol'da güneşli bir yerdir. Agunggeti bozkırının taş insanları, Türk döneminin taş insanlarının kalıntılarıdır.Türkler, ölümden sonra mezarın önünde bir taş dikerler.